

Cumhuriyet, tarihin derinliklerinde ve milletin kalbinde saklı bir hazine gibidir. Bağımsızlığın, mücadelenin ve kurtuluş destanının ismidir cumhuriyet. Bir milletin, zor zamanlarda bile bir araya gelip, özgürlük ve eşitlik için savaştığı o büyük direnişin adıdır cumhuriyet.
Cumhuriyet, düşüncelerin rüzgarla savrulduğu, kadının ve erkeğin eşit şartlarda çalışma alanlarında yer bulduğu o geniş ufuktur. Küçük bir çocuğun köyünden çıkıp, dünyanın en ünlü profesörlerinden biri olabileceği, fırsat eşitliğinin adıdır cumhuriyet. Sanayisi olmayan bir ülkenin, küllerinden doğarak dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline gelmesi, kalkınmanın ve gelişmenin adıdır cumhuriyet.
“Cumhuriyet” kelimesi, Arapça kökenli olup “cemaat” veya “halk” anlamına gelen “cumhur” kökünden türemiş olup; temelde halkın egemenliği ve halkın belirlediği temsilciler tarafından yönetilen bir yönetim biçimini ifade etmektedir. Cumhuriyetin olmazsa olmaz tamamlayıcısı demokrasidir, demokrasi olmaz ise cumhuriyet tek başına hiçbir şey ifade etmez. Bugün ülkemiz için Cumhuriyet aslında bir yönetim biçiminden çok öte, bir yaşam biçimi ve aslında devletin ta kendisidir.
100 yıl önce, büyük bir mücadele sonrasında kazanılan zaferin neticesidir cumhuriyet. Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bir araya gelen halk, dünyada eşi benzeri olmayan bir dayanışma örneği sergileyip, elindeki ekmeğini, giysisini ve tüfeğini paylaşarak bu ülkeyi kurtardı. Bu zaferin ardından, halkın iradesiyle yönetilen bir devletin temelleri, halkın bu büyük başarısını daha da ileriye taşıyacak şekilde, Atatürk’ün önderliğinde atıldı. Cumhuriyetin ilan edilmesi, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla fiilen son bulan Osmanlı Devleti’nin yerine, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin adının konulmasıydı.

Zafer kazanılmış, fakat yerle bir olmuş, neredeyse tüm aydınlarını Çanakkale Savaşında kaybetmiş, sanayisi olmayan bir ülke kalmıştı ortada. Cehaletle, yoksullukla, açlıkla mücadele zamanı gelmişti artık. Peşi sıra yapılan devrimler ve planlı yatırımlar ile bir millet, küllerinden doğdu yeniden. Padişahın kulu olmaktan seçme ve seçilme hakkına sahip olan vatandaşa dönüştü toplum. Tüm vatandaşların hangi statüde olursa olsun sağlık hizmetinden yararlanma ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı sağlandı. Eğitimde birlik sağlandı ve fırsat eşitliğine dayalı modern bir eğitim sistemine geçildi. Kadınlarımız, neredeyse Avrupalı hemcinslerinin büyük bir çoğunluğundan önce seçme ve seçilme hakkına sahip oldular. Toprak ağalarına ait olan topraklar, gerçekten o toprağı işleyen köylülere dağıtıldı. Tüm bunları, neredeyse 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirip, çağdaş medeniyetler arasına girdik. Bağımsızlık mücadelemiz ve sonrasında yapılan devrimler, birçok ülkeye ilham kaynağı oldu.
1923’te ekonominin neredeyse tamamına yakın bir bölümü tarıma dayalıyken bugün tarımın payı %5-6 aralığında bulunmaktadır. 1923 yılında yaklaşık 565 milyon USD civarında olan milli gelirimiz bugün 900 milyar USD seviyelerindedir. Kıyas olması bakımından 100 yılda milli gelirimizdeki artış 1.600 kat olurken ABD’de bu oran yaklaşık olarak 300 kat civarında olmuştur. 1923 yılında milli gelirimiz ABD’nin milli gelirinin %1’i kadar bile değilken bugün %4-5 seviyelerine gelmiştir. Arap Yarımadası’ndaki ülkeler gibi devasa petrol kaynaklarımız olmamasına rağmen bu seviyelere gelinmesinin yegane sebebi, Cumhuriyet ile başlayan aydınlanma, özgür düşünce ortamı ve milli ekonomi kaynaklı olduğunu söylemek tartışmasız bir gerçektir diye düşünüyorum.
Hatalar, yanlış politikalar, darbeler, küresel veya bölgesel krizler olmasına rağmen, bu zorlukları aşarak nasıl bir mucize yarattığımızı düşündüğümüzde, Cumhuriyet’in önemi daha iyi anlaşılır hale gelir. Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda başlayan atılım sayesinde bugün kendi savunma sanayi gereçlerini üretebilen bir seviyeye gelinmesi, şaşırtıcı olmamalı.
Tabii ki, tüm bu olumlu yanları sayarken olumsuzluklardan bahsetmemek olmaz. Çünkü hatalardan ders alınmadığı sürece aynı hatalar tekrarlanır. Özellikle son yıllarda artan oranda yurtdışına yetişmiş ve eğitimli beyin göçü yaşanmakta, bunların yerlerine Afgan, Afrikalı veya Arap sığınmacılar gelmektedir. Geniş kitleler halinde gelen düzensiz göçmenler, sadece ülkemiz için değil tüm ülkeler için entegrasyon sorunlarına neden olmaktadır. Son yıllarda ekonomide uygulanan yanlış politikalar ve eğitim sistemindeki fırsat eşitliğinin azalması, gelir dağılımındaki olumsuz yönde değişiklikler, ilk etapta dile getirebileceğimiz hatalar olarak öne çıkmaktadır.
Ama yukarıda saydığım hatalar, fark edilip tekrar edilmediği sürece düzelebilecek hatalardır. Asıl sorun halkın kutuplaşmaya gitmesidir. Bunun önüne geçmezsek, telafisi olmayacak şekilde kötü günler yaşayabiliriz. Ülkemiz, belli zamanlarda farklı cephelere ayrılmış, hatta silahlı mücadeleye kadar varan kamplaşmalara sahne olmuş olsa da, bu durum, demokrasiye olan inancımız sayesinde Suriye örneğinde olduğu gibi bir iç savaş noktasına varmamıştır. Tabii ki, bunda TSK’nın zaman zaman yapmış olduğu müdahaleler etkili olmuş olsa da, ben yine de bunun özünde demokrasiye olan inancımızın yattığını düşünmekteyim. Bugün içinde aynı düşünce içerisindeyim; hiçbirimizin birbirimizden farkı yoktur, toplumu ayrıştırıcı dil yerine birleştirici bir dil kullanılmalı. Biz Kurtuluş Savaşı’nı da, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki hızlı büyümeyi de birlikte başardık. Ayrışmamızın en çok kimin işine geleceğini bir düşünün. Hacı Bektaş Veli ne güzel demiş, “Gelin canlar bir olalım.”
Komşu ülkelerde olanları gördüğümüzde, Cumhuriyetimizin ve bağımsızlığımızın değerini bir kez daha anlamış oluyoruz. Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi İngiliz ve Fransız mandasına tabi kalarak bağımsızlıklarını elde edememiş ülkeleri göz önünde bulundurduğumuzda, milli mücadele sonrasında bağımsızlığına kavuşan ve ardından gerçekleştirilen reformlar ile gelişen ülkemizin değerini daha iyi anlayıp, cumhuriyetimize ve devrimlere sıkı sıkıya tutunmamız elzemdir.
İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği saldırıları göz ardı etmek, insanlık dışı bir tutumdur. Bu noktada Celtic taraftarına bir parantez açıp, ceza alma olasılığına rağmen Atletico Madrid maçında vermiş olduğu destek için kendilerine teşekkür etmek isterim. Kutsal topraklar meselesini bir yana bıraktığımızda bile, İsrail ordusunun gerçekleştirdiği saldırılara karşı nasıl sessiz kalındığını anlamak güçtür. Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’in yakılmasını ifade özgürlüğü olarak kabul eden bir Avrupa’nın, mazlum Filistin halkını savunan paylaşımları terör destekçiliği olarak nitelendirmesi çifte standardın ta kendisidir. Hamas’ın 7 Ekim tarihinde sivillere yönelik gerçekleştirdiği saldırıyı kabul etmesek bile; bunu bahane ederek saldırı başlatan İsrail’e, “Eğer düşmanının silahını kullanırsan, düşmana ihtiyacın kalmaz” sözünü anımsatmak isterim. Eğer İsrail bir soykırım yapmayı amaçlamıyorsa, sadece terörü ortadan kaldırmayı hedefliyorsa, o halde Beyt Hanun (Erez) Sınır Kapısını açarak, operasyon süresiyle sınırlı kalmak kaydıyla tüm sivillerin kontrollü ve güvenli bir şekilde kendi ülkesinde oluşturacağı mülteci kamplarına yerleşmelerine izin vermelidir. Fakat İsrail’in kadın ve çocuk ayrımı yapmadan saldırılar düzenlemesi, hastaneleri bombalamasından dolayı böyle bir niyetinin olmadığını, sivil halkın Gazze Şeridini terk etmesini sağladıktan sonra bu bölgeyi işgal etmeyi amaçladığını görmemek için kör olmak gerekir.
Sorunu daha iyi anlamak adına Hamas ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kuruluş amaçlarına bakmalıyız. İşgal altındaki topraklarının bağımsızlığı için kurulmadı mı bu örgütler? Eğer bu topraklarda yaşayan Araplar, Yahudiler ile eşit şartlara sahip olsalar, aynı kalitede eğitim alsalar, ibadetlerini istedikleri gibi yerine getirebilseler, fırsat eşitliğine sahip olsalar, bu örgütler kurulsa bile destek bulabilirler miydi? Dolayısıyla bir örgüte terör örgütü veya mücahit diyebilmek için bu noktadan bakmak gerekiyor konuya.
Ülkemize döndüğümüzde, birbirimizle çekişmenin bize hiçbir yarar sağlamayacağını, aksine bizi güçsüzleştireceğini görmek gerekir. Farklılıklarımıza değil, ortak noktalarımıza odaklanmalı, eğitim ve adalet gibi konuları daha da geliştirmeliyiz. Mazlum ve mağdur olan Filistin halkı için sesimizi daha gür çıkarmalıyız. İşte sırf bu nedenle hep birlikte Cumhuriyetimizin 100. Yılını coşkuyla kutlamalıyız. Biz hep birlikte Türkiye’yiz ve bu vatanı bize canları pahasına emanet eden başta ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına minnettarız.
Nice 100 yıllara, güzel Türkiye’m.
POLAT MEDYA